Music

8 Kasım 2012 Perşembe

Üzgünüm Yağacak Yağmur



Üzgünüm yağacak yağmur,
Kurduğum balçıktan evlerin üzerine
Bir toz zerresinde boğulduğuma da inanamayacaksın!
Ve dağınık yalnızlıklarla döndüğümde evime
Köşedeki sandalyede, oturuyor bulacağım kendimi
Dağıldı düzlem, kitap düştü elimden
Son uykusuna uğurlarken bu son matem yazgımı
Elim boş bir serzenişle okşayacağım başımı
Aklımdan kim bilir hangi ormanın
Hangi yeşil dalı kalacak
Sırma gibi dağılacak omzumdaki saçlarım
Bir yaz ve bir kış dolduracağım cebime
Ve sonbahar yapraklarından bir demet
Serpeceğim göklere…
Mevsim bahar olsa da ne fark eder?
Son anıma kadar hep sonbaharda kalmışsam eğer!
Üzgünüm, bugün çok yorgunum
Ev dağınık, omzumdan başım düşer
Bir çocukluk arkadaşı gelir aklıma
Ellerim telefona gider
Sesim, zamansız bir çığlık gibi kulağında iniler
Düşer bir yaprak takvimden daha
Öyle hızla akan bu seller
Zamanın oyuncağıymışım der gibi biri içimden
Hep bu kötü kareler
‘’Sen yoksan eğer’’
Diye biter…
Bir öğle sonrası aklım esrimiş
Çöp kutusu buruşuk kutularla dopdolu
Önce yazılan, sonra yırtılan sevgiler, sevgililer…
Anlatmıştım bir gece sana
Parmaklarımın ucuyla
Sen de anlat başkalarına,
Aklında kaldıysa eğer
Herkesin bildiği, ama asla hissedemediği
O karmaşık hikayeler…
Dilimde bir tat kalsa ve öylece uyusam
Rüyamda o dipsiz dünyaya dalsam
Biri çıksa karşıma tamam artık yol bu desem
Düşsem peşine büyük bir hengameyle
Ve artık yılgının atını düze sürmesem..
Bilmesem daha iyi
Evet, artık bilmesem
Bildiklerimden anlamlar derip sevmesem
Sevmesem bu uzun ve balçıklı ellerimle
Artık kimseyi…
Biraz üzgünüm yağmur yağacak
Tattığım bu yalınlık sanırım dilimi yakacak
Ve göğerecek bir çiçek kendi civarlarında
Toprak mı olacağım?
Delen damarlarıyla gövdemi, başını uzatacak,
Canım yanacak…!

3 Kasım 2012 Cumartesi

hey deli, ağlama!



Birikiyor aklın gövdeleri
Başucumda
Ben yorgun bir yatakta
Uyurken usulca
Üzerime eğiliyorlar
Kapkaranlık zamanlarıyla
Belki diyorum
Bir tufanın habercisidir tüm bunlar
Sonra diyorum kendime;
Hey deli, ağlama…
Bu yılgın ama her şeye rağmen öfkeli savaşlar
Böyle yırtılıyor işte
Zamanın gergin telinde dilim
Aklımdan çıkanları
Geri getirmenin bir yolu olmalı
Ve sonrasız bir öncelik tanımıyorlar bana
İşte bana söylenenlerden sonra
Aklımda kalanları bir ipek böceği kozasıyla
Örüyorum gerçekleri
Bir günlük yalancıktan yaşayacakbir kelebek uğruna
Savaş tanrıçasının ellerinden
Dökülen...
Kum taneleri sayısınca beklediğim günler
Omzuma düşen
Saçlarımın gölgesine
Gömüldüler...
Yabancıymış
Yanımda olan gönüllüler
Ben bu sona katlanamıyorum
Ama yürüyorum dar sokakları
Üzerime pıtır pıtır damlayan yağmur taneleri
Öfkenin damarlarında
Kuruyor...
Artık yanmıyor meşalesi zamanın
Sönmüş yıldızları eteklerime dolduranlar
Bir sebepten dolayı
İşte....
Gittiler
Sebepler öyle çok ki gitmek için
Kalmak içinse yokmuş dediler
Avurtlarım çöküyor
Korkuyorum
Ve sebep yaratamıyorum
Kalan...
Bu yalandan yanan
Ateş
Isıtamıyor üşüyen sevinçlerimi
Düşüyor teker teker
Yıldızlar üzerime
Yarılan anlamlardan
Kanın...
Damlıyor
Artık sebebin kalmadı diye
Diretiyor içimdeki çocuk
O ağlayabilir özgürce
Gözyaşlarım akmıyor
Savaş tanrıçasının elinden
Düşüyor
Oku...
Yenik bir vuslatın kapı arasından
Uğurluyor ruhunu…

21 Ekim 2012 Pazar

BU, BENİM DÜNYAYA SON GELİŞİM…



Hepsi bu kadar basitti işte
Işığın ve karanlığın hükmünü yitireli asırlar olmuştu
Ve ben ölesiye yorgundum
Ve bu benim dünyaya son gelişimdi
Yalnızlığın ısırgan otları tüm ruhumu parçalarken
Siz orda neler yapıyordunuz, hiç bilmiyordum.
Bu kadar zor muydu güneşi doğurmak,
Karanlığın içinden?
Oysa ben siz olmasaydınız, kendi güneşimle ısıtırdım kendimi
Tüm ruhum coşkunun ellerinde sevinçten uçabilirdi
Kesin ve hiddetli sözlerimin altında yatan nedenleri hiç bilemediniz
Onlar nefret bile değildi…
Hiçliğe yelken açmamı salık verdiğiniz için müteşekkirim
Çünkü ben yalnızlığın yalın ateşinde dilimi bilelemesini de bilenlerdenim
Çünkü ben buna rağmen birkaç parçaya bölünüp parçalarımdan bazılarını
Size verebilenim
Yeni mi anladınız, bence hiçbir zaman anlayamadınız
Sesimin bir rengi yok artık
Siz çıkarken ben giriyordum içinize
Ben çıkarken siz geliyordunuz
Rastlaşamadığımız için üzgünüm
Dönen zamanın ivmesini artık istediğiniz yöne çevirebilirsiniz
Ve beni kibar bulmayabilirsiniz
Çünkü değilim...
İnekleriniz için otlaklarınızı sabanınızla sürünüz
Ve daha iyi verim alabilmek için yeşil otlar dökünüz önlerine
Sağınız işte dünyayı
Ta ki memelerinde tek damla süt kalmayana kadar
Ben mi?
Ben direneceğim, girdiğim yollardan geri dönmeyeceğim
Kovulduğum bir evin kapısını asla bir daha çalmayacağım
Göğün ve yerin durumunu merak etmeye devam edeceğim
Ve beni hep ben istemediğim zaman bırakıp gittiğiniz için
Size lanet edeceğim…

20 Ekim 2012 Cumartesi

Yeşil Işık



Yalnızlığın en şık gösterisini kimse yaşamadı henüz
Dünya zamanlarını yuvarlayıp aortlarında, çökmedi kendi köşesine
Ya da bilinen her zan’ın ilk çağrısı gibi kimse koşup gitmedi bir yerlere
Herkes oturduğu yerden seyrederken manzarayı, filmin en coşkulu sahnesinde sessiz
kaldılar
Bilmek, kimi zaman hıncını kendinden çıkardığın bir lanet olabiliyor bence
Ve kimsenin yakinen temasa geçmek istemeyeceği bir zaman püresi gibi muamele gördüğünde de
Kapıların hiçbir suçu yoktur oysa, pencerelerin de
Sayısız yalnızlık manzaralarını izletebilme yeteneğinden mahrum kalmak onların suçu değil
Sizin kapınıza astığınız şenlikli kelebek çiçeklerinin suçu da var demiyorum, İçimin ham kıvamını tutturamadığın için kendini de suçlamamalısın
Belki de dünya böyle bir yerdir, girip çıkarken kimse rastlamaz birbirine
Bu yüzden yalnızlığın ne menem bir şey olduğunun mecburen farkına varırsın
Bazı kimseler gezinirken koridorların sisli manzarasında
Ya hiç ya da heptir diye bir şeyin olmadığını, teki ters dönmüş akıl fukarası
gözlerimden anlarsın, gelene geçene bir iyi niyet perverliği yapmış olmanın hiçbir
anlamı da yoktur oysa ki.
Kötünün, dünyayı terk etmeye niyeti olmadığı gibi, yalnızın da olmaz
Kötücül bir yalnızlığı birbirimizde besleyip dururuz, yılların kaos dolu manzara
göbeğinde
Sizden çok şey öğreniyorum aslında, okul sıralarında öğretmenlerinizin gözlerinin,
size nasıl baktığını anlayabiliyorum, ya da ufak bir çiş molasında
arkadaşlarınıza nasıl sevimli göründüğünüzü de.
Ama bunlar elbette bir yerleşik düzen yaratmıyor size dair içimde
Ve sizin de bazı emellerinizin peşinen ödenmesi fikri bana mantıklı gelmiyor.
Oturmuş kelimelerin anlamını kendi dünyamda deşerken ve belki de çok sıkı
saçmalarken,
Sizin dünyanızdan çaldığım mavi gömleği giyip onunla alışverişe çıkabiliyorum
Rengi biraz atmış ve güneşin keskin ışıklarına maruz kalmış olsa da
O, hala mavi
Birbirinizi itekleyip durmanızın sebebini
Nefes almanın tılsımını çözememiş olmanıza bağlıyorum
Niyetlerinizi daha doğurmadan düşüyorsunuz rahminizden
Bu da berbat bir seks gecesini hatırlatıyor ölü zamana
Birden donan yalnızlığın iri cüssesini kaldırıp atmaya peşinen merak sarıyorsunuz
Biliyorum çok korkuyorsunuz, ben de korkuyorum
Ama beynimde yarattığım iri cüsseli, yeşil kanatlı yaratıklardan değil
Bizzat sizin kendinizden korkuyorum
Hırslarınız boyunuzu aşmış çünkü…

Gök, Yüzünü Kapattı



Uzlaşmazlık tohumunu ilk ekenlerin
İlk göğerttikleri kin ağacının altında
Beni bekliyordun
Tüm zamanları hasıraltı eden yalnızlık
Beni kendine göre ayarlıyordu
Yüzüme baktığında sen, tüm bunlardan azade duygularla
Ben bunu bilmiyordum
Uçarak, karadan ve denizden havalanan hayvanlar
Yer değiştiriyordu
Balıklar kanat, kuşlar pul giyiniyordu
Ben dilimin altına yerleştirdiğim bir sözle çıkageldim
Ve zamansız karanlıkları doğuran bir geceden başka
Bana verecek çok şeyin olmadığını bilmeliydim
Sözleri biten her gün, düğüm atardı diline
Artık bir daha geriye dönülemesin diye
Yeşil, mavi, ya da sarı mı giyinmiştin emin değilim
Aklımda sadece planlamadığım bir öfkenin
Kırmızı rengi kaldı
Ve yalım güneş
Sıcak
Karamsarlık
Nefes aldırmayan nefret dökülürken
Tanımadığım insanların eteklerinden
Ne olduğunu bilmediğim
Ve asla gitmek istemediğim bir dünyada uyandım
İnsanların kalabalık seyirlerinden geçen aheste aşklar
Ve kişiselleştirilmiş duygular
Tüm zamanlara hediye edildi
Boşa sardı belki de
Ve bugün burada
Bu yazdıklarım da yok-muş-
Kimse yok-muş- aslında yaşayan
Dünya’nın içinde başka bir dünya edinen
Ve onun içinde de başka bir dünya edinen
Bölen ve bölünen
Ruhlar
Karanlıkta dolaşırlar
Dokunduğunu sanırlar birbirlerine
Yalan… Hızla oturdu mevsimler yerine
Ay ve güneş
Bu kurguda karakter oyuncu seçilmişlerdi
Dünya ise, esas oyuncu…
Ah zavallı ben, öyle sarsıldım ki,
Yer yerinden oynadı sanki
Ak bir şeritten boşaldı zift gibi bir acı
Damarlarımın tüm direncini kırdı
Şimdi çıksa biri kendini anlatsa, dinlemek istesem
Dinleyemem, hayır!
Ya da anlatacak biri var mı?
Sanırım hiçbir dil bu acıyı eğiremez ağzında!
Uzun bir ömür için, ucundan başlayıp zehre bulayanları
Yıllar geçtikçe yaptıklarını anlayacaklarmış gibi durmaları
Bir bant yayınında en başa sarmaları!
Ve arkalarında hep bir miras bırakmaları!
Ah zamanın aksakallı yolcuları,
Biraz bana taraf bakabilir misiniz?
Oysa derler ki, pişman olmayanın bağışlanmaz günahları
Fakat bu pişmanlığın manası, anlaşılmaktan çok uzak!
Hileli bir yargıç gibi daha çok;
Yüzünün her bir yansımasında bir nefret belireli
Masum olanların kanı bu dünyaya yetersiz mi gelmeli
Diye, gürledi…
-Hepiniz onayladınız aslında kötüleri-
Şimdi gidin ve yaptıklarınızın cezasını çekin dedi,
Kapıyı kilitledi!